Orhan Bali: “SALTANAT DÖNEMİ”
Diğer Haber Kategorileri
Orhan Bali: “SALTANAT DÖNEMİ”
Büyük İslam alimi Gazali, İhyau Ulum’id-Din adlı eserinde “İslam alimlerinden Allah yolunda olanlar sultanlardan uzak durdular. Ancak bazı alimler çeşitli menfaat mukabili ilimlerini sultanların emrine verdiler ve onları halkın ulul emir (yani meşru devlet başkanı) olarak bilmesini ve benimsemesini ve dolayısı ile itaatini sağladılar” der. Bu alimler gerekçe olarak da sultan olan o zata ve halka “Allah nasip etti bu makama geldin, adaletle hükmedersen meşrusun” dediler.
Sünni dört mezhep imamı saltanatın İslam hukuku dışı olduğunda birleşirler. Değiştirilmesi ve Kuran’a uygun bir rejimin gelmesinin her Müslüman için farz olduğunu, ancak sultana gücün yetmemesi ve değiştirmek isteyenlerin helak olması ihtimali karşısında vazgeçilmesini tavsiye ederler. Sultanlar da bu konuda vicdanen rahat değildir. Kendileri de İslami rejim dışı olduklarını bilirler. Onun için devamlı İslam alimlerinden medet umar, onlardan fetva alırlar. Gerçek alimlere göre sultanın sofrasında oturanın fetvası kabul edilmez, zira böyle bir durum sultanı meşrulaştırma olarak kabul edilirdi.
Bir gün Abbasi halifesi Mansur, İmam Ebu Hanife, İmam Malik ve İmam İbni Ebu Zip adlı alimleri huzura çağırır ve onlara İslam hukukuna göre meşru halife olup olmadığını sorar. İmam Malik bazı İslam aliminin kabul ettiği tez gereği halife Mansur’a “Allah nasip etti, bu makama geldin. Adaletle hükmedersen meşrusun” der. İbni Ebu Zip, “İslam hukukuna göre; böyle makama gelişin yeri olmadığını, kendisini halkın seçmediğini, saltanatın İslam dışı‟ olduğunu ifade eder. Ebu Hanife ise “Sen de biliyorsun ki İslam hukukuna göre meşru halife değilsin. Esas amacın bizim halk üzerindeki etkimizi senin lehine kullanmamızı istemektir” der.
SALTANATIN ALLAH’IN VERDİĞİ HAKLARI GASP ETMESİ
Kuran‟da değişmeyen kaide; inanç, ibadet ve hâkimiyetin halkta olduğunu ifade eden yönetimle ilgili kaideler ile, yukarıda sayılan hak ve hürriyetlerdir. Ancak saltanat (başta vatandaşlık hakkı olmak üzere) tüm bu hakları gasp etmiş veya kısıtlamıştır. Sultan halkın üzerinde vasi olmuş, destekçisi ulema da devamlı olarak sultanın meşru emir olduğunu, hatta daha ileri giderek Zillullah yani “sultanların Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olduğunu devamlı telkin etmiştir. Osmanlı padişahları için de aynı ifade kullanılmıştır.
Yönetilenlerin cumhuriyette olan vatandaşlık hakkı yok edilmiş; insanlar sultanın kulu, vatan ise mülkü olmuştur. Sultan ve ulema işbirliği ile insanlar yönetilmiştir.
ŞÛRA HEYETİNİN KALDIRILMASI
Saltanatın gelişiyle Şura heyeti dağıldığından meselelerin halli “ulema‟ denilen zümrede kalmış, onlar da insanların danışmanı sıfatıyla, sultanlarca çeşitli görevlere tayin edilerek halkın yönetilmesinde sultana yardımcı ve halka ise vasi olmuşlardır. Bazıları bilgilerini çıkarları için kullanarak İslam’da olmayan ruhbanlığı yani din adamlığını fiilen tesis etmişlerdir. Ruhbanlığı çağrıştıran bir takım sıfatlar kullanarak halk üzerinde manevi ve maddi tahakküm kurmuşlardır. Tabi bazı iyi niyetliler hariç. Onlar zaten mürşit yani yol göstericilerdir.
Şura heyeti kaldırıldığı ve gelişen zamana uygun hukuk kaidesi üreten organ kalmadığından alimler çeşitli konularda içtihatlar yaparak, hukukun gelişmesine çalışmışlardır. Ancak çok fazla kimseler tarafından aynı konularda değişik içtihatlar yapılınca Abbasiler döneminde bir heyet toplanmış ve mevcut içtihatları eleyerek Sünni mezhebin dört imamı olan Ebu Hanife, Şafi, Maliki ve Hambeli’nin içtihatlarının en az hatalı olduğunu ve bunlara uyulmasını tavsiye etmişlerdir. Bunun haricinde Şiilik, Alevilik gibi çok çeşitli mezhepler doğmuştur.
İslam inancının ve hukukunun çeşitli yorumları olmuş ve bu sebeple de bütünlüğü bozulmuş; birtakım uydurma hadisler ortaya çıkmış ve bu hadislere göre yorumlar yapılmış, doğru hadisler yanlış veya maksadını aşar şekilde yorumlanmıştır. Kavram karmaşası sebebiyle İslam’ın ne olup ne olmadığı hala tartışma konusudur.
İslam dışı olduğu halde cihat fethe dönüştürülmüş, ganimet en fazla gelir kaynağı olmuş, bu kaynağı tükenen devletler inkıraza6 uğramışlardır. Cihat, kelime olarak meşru olanın uygulanması için ceht etmeyi, gayret göstermeyi ve örnek olmayı ifade ettiği halde savaş manası verilmiştir. Her Müslüman için görev olan İslam’ın tebliği (yayılması) yoluna gidilmemiştir. Hatta sultanların, cizye gelirini kaybetmemek için, tebaası olan Hıristiyanların Müslüman olmasını teşvik etmediği söylenir.
(Devamı: ARAPLAR VE IRKÇILIK)