Orhan Bali: “İSLAMDA DOGMA”

Orhan Bali: “İSLAMDA DOGMA”

Orhan Bali: “İSLAMDA DOGMA”

Bazıları “İslam’da doğma var” diye demokrasi ile bağdaştırmak istemezler. Doğma İslam’ın değiştirilemez hükümleri olup ve inanç ve imanla ilgilidir; Allah’a, peygamberlerine ve meleklerine inanmak gibi. Bunlara inanmayan zaten Müslüman olamaz. Kuran’da kamu ve özel hukukla ilgili hükümler vardır. Hukuk ise, çağına göre değişme ve gelişme göstermek zorundadır. İslam hukukunun çağların gerisinde kalmasının kabahatini içtihat kapısının kapanmasında arıyoruz. Hukukta doğma olmaz. Hz. Ömer bazı ayetleri uygulamamış, uygulanmasına lüzum görmemiştir. Doğma olsa uygulamak mecburiyetindeydi. Ayrıca Kuranın muamelat ile ilgili ayetlerinde içtihat yapılması kabul görmüştür.

DEMOKRATİK VE LAİK DEVLET

Demokratik devlette; hukukun üstünlüğü, hür seçimler, çoğulculuk (katılımcılık) ve bireysel özgürlükler esastır. Devlet, kuvvetler ayrılığına göre yasama, yürütme ve yargının bağlı olacağı mevzuatı yapar. Devlet sosyolojik bir kurumdur, dini bir kavram değildir. Daha evvel bahsettiğimiz üzere, insanların akıl ve içgüdüleri sebebiyle korunma ihtiyacı, bir otoritenin olmasını, teşkilatlanarak devleti oluşturmasını icap ettirmiştir. Devlet, dini bir kurum değilse de Kur’an, devletin ve insanların uymasını istediği kaideler getirmiştir. Ancak bu kaideler, demokratik cumhuriyete uygun veya mani değillerdir. Burada “laiklik meselesi ne olacak?” Denilebilir. Laikliğin hukuki anlamda klasik tarifi “dinin yasakları nazara alınmadan, kural koyma ve mevzuat yapma”dır. Laiklik peygamberimizin dediği gibi, din ile dünya işlerinin ayırımı olarak ele alınmalıdır. Dünya hayatı değişken ve gelişkendir. Yeni şartlara göre mevzuat yapılması mecburi hale gelebilir. Nitekim İslam hukukuna göre oluşturulan mecellede  “zaruretler memnu şeyleri mübah kılar ve zamanın değişmesi ile hükümler değişir” kaideleri boşuna getirilmemiştir.

Laiklik, demokrasi yerine diktatörlük amaçlayanların elinde bir araç olmamalıdır. Zira laiklik vicdan hürriyetinin bir güvencesidir. Hukuk kaideleri bu dünya için geçerli olacağından, hakkı ve adaleti sağlıyorsa -ister dini ister laik kaideler olsu- uygulanabilmelidir. Ülkemizi karıştırmak isteyenler laik ve dindar cepheleşmesi için ne lazımsa yapıyorlar.

Bundan sonra tarihi süreç içindeki gelişmeleri, 1789 Fransız İhtilali’ni hazırlayan düşünceleri ve İslam’ın bu husustaki emirleri hakkında açıklama yapılacaktır.

İÇTİMAİ MUKAVELE NAZARİYESİ

Daha önce İslam hukukunda yönetenle yönetilen arasında beyat (sözleşme) olduğundan bahsetmiştik. Bundan 200 küsur sene önce Fransız filozoflarından Jean Jacques Rousseau adlı düşünür aynı konuyu dile getirmiştir.

1789 tarihli Fransız İhtilalı öncesi Jean Jacques Rousseau “içtimai sözleşme” diye muhayyel bir nazariye vazetmişti. Buna göre insanlar tabiat halinde (ilkel ve başıboş) yaşarlardı ve sonsuz hürriyetleri vardı. Hiç bir otoriteye bağlı değillerdi. Yönetici sınıfı yoktu. Ancak bu durum anarşi doğurdu ve kuvvetlinin zayıfı ezmesine sebep oldu. Zaman içinde toplum hayatına geçen insanlar; anarşiyi ve kuvvetlinin zayıfı ezmesini önlemesi; can, mal, ırz ve namuslarını koruması kaydı ile bir yönetici sınıfı seçti. Haklarını ihlal etmeden ve hâkimiyet kendilerinde kalmak kaydıyla seçtikleri yöneticilere itaat etmeyi kabul ettiklerini belirten bir mukavele yaptılar. İşte toplumsal sözleşme sonucu cemiyet hayatı bu suretle vücuda geldi. Yani yönetenle yönetilen arasında tarih öncesinde imzalanan bu sözleşme bugün dahi güncelliğini korumakta ve hâkimiyetin kimde olduğu mücadelesi devam etmektedir. Jean Jacques Rousseau; “Seçilen yöneticiler kısa bir zaman sonra teşkilatlandılar, toplumu tahakkümleri altına alarak sözleşme şartlarını ihlal etmek suretiyle hâkimiyeti ele geçirdiler ve halka vasi oldular. Şu halde toplum da dağınıklıktan kurtulup teşkilatlanmalı ve sözleşmeyi ihlal edip zorbalık yapan bu zümreyi tasfiye ederek hâkimiyetini yeniden ele almalıdır” der.

J.J.Rousseau ve onun gibi dönemin büyük düşünürlerinin bu ve benzeri görüşleri Fransız toplumunu etkiledi ve kısa bir süre sonra 1789 tarihinde büyük Fransız İhtilali gerçekleşti. Bu ihtilâl ve neşredilen “İnsan Hakları Beyannamesi” hemen tüm dünya halklarına etki yaptı. İnsanların kendilerinin bir “değer” olduğunu Hayal gücüyle yaratılan, hayali Ortaya atmak, ortaya koymak ve teşkilatlanınca idareyi ele alacak güce ve hakka sahip olduklarını öğretti. En mühimi “halkın hâkimiyeti” meselesi dünya gündemine yeniden oturdu.

(Yarın: İslam ve İçtimai Mukavele Nazariyesi)

Scroll to Top