M. Erhan Durukan: “ÖZAY GÖNLÜM’ÜN YARENİ İLE YARENLİK”

M. Erhan Durukan: “ÖZAY GÖNLÜM’ÜN YARENİ İLE YARENLİK”

ÖZAY GÖNLÜM’ÜN YARENİ İLE YARENLİK

“Dünyanın en güzel Başbakanı, bizim Başbakanımız.

Va mı bunun başka izah tâzı!..

Röportaj: M. Erhan DURUKAN

“Evet Objektif Dergisi'nin Başbakan Sayısı'nı inceledim. Gerçekten çok hoşuma gitti. Evet, hep söylüyorum

DÜNYANIN EN GÜZEL BAŞBAKANI, BİZİM BAŞBAKANIMIZ.

Va mı bunun başka izah tâzı!.. Gerçekten öyle. Hayırlı uğurlu olsun, bugün gerçekten basında soyluca yayın yapmak bir erdem oldu... Bu erdemi sürdürebilenlere ve gerçekten yüreğinde hissedip götürebilenlere sevgiler, saygılar sunuyorum.

Hey , heeey de, hey hey!..”

Evet, Özay GÖNLÜM'le birlikteyiz.

"Kim Özay GÖNLÜM?"

"Özay Gönlüm, aşağı yukarı 30 yılı aşkın süre içinde Türk toplumunun onurlandırdığı, bir yere getirdiği ve kendisinin de bundan gocuman şeref duyarak başının göğe erdiği bir adam."

"Ne yapıyor bu adam?"

"İşte, saz çalar, türkü çığırır, bir YARENİ vardır, üç saplı. Nedir bu YAREN? Birisi Cura, birisi Divan Sazı, birisi Tambura. Yani bizim geleneksel üç bin yıldır Or-taasya'dan gelen bağlamanın üçlü bir şeklinin yekpare olarak yapılışı. Yaren bu. Nedir? Çok araştırmalarımızdan sonra Düzce'de bulabildiğimiz 95 cm çapında Dut ağacı kütüğünden oyarak meydana getirdiğimiz gerçekten dünyada bir tane olan enstrüman..."

"Yaren adı nereden gelmiştir?"

"Halit Kıvanç dostumuzun sunuculuğunu yaptığı bir programda tüm televizyon seyircilerine sorduk, bu enstrümanın adı ne olsun diye. 3 bine yakın isim önerisi geldi Anadolu'dan. Bir adı seçtik ve adına YAREN dedik. Yaren, dost demek, arkadaş demek. Yarenle yarenlik. Ben bunu sonra daha da geliştirdim.

Evet can okuyucular gözel yuvalarınız kutlu, yaşantınız mutlu, aşlarınız datlı ola diyelim, yarenimle yarenliğe devam edelim.

Yaren ile dünyada -bu da benim için çok böyük bir onurdu- 36 ülkeyi dolaştık. Avrupa çok önemli değil, Amerika, Meksika, Kanada önemli değil. Bence önemli olan ve bende çok izi olan UZAKDOĞU... Neresi? Endonezya, Malezya, Singapur, Honkong, Tayland, Çin, Hindistan, Bangladeş, Kore. Bangladeş, Bangladeş deyince biraz durmak istiyorum. Çünkü Bangladeş, Konya kadar bir ülkede 100 milyon Müslüman toplumun yaşadığı, belki de dünyanın en fakir ülkelerinden. Ama, yürekleri sevgi dolu, yürekleri sevda dolu, yürekleri 'Türk' diye heyecan dolu bir toplum. Beni öylesine etkiledi, öylesine etkiledi ki, o zaman kulakları çınlasın, Metin Sirmen Bey, Dakka Büyükelçisi... Hiç unutmuyorum, 18 kişilik bir grupla gitmiştik oraya Dakka'da bize aşağı-yukarı ikinci günü falandı bir yemek verdiler. Yemekte kuş sütü eksik... Büyükelçi beni şöyle bir kenara çekti, dedi ki; Şu gördüğünüz masadaki yiyecekler, 50 Bangladeşlinin bir aylık yiyeceğidir..."

Öylesine etkiledi ki can dostlarım, müthiş bir şey. 50 Bangladeşli bir öğle yemeğini bize bahşediyor, 50 Bangladeşlinin 1 ay yiyebileceği bir sofra bu. Oranın devlet başkanı General ERŞAD, televizyonda bir söz söylemiş; "Biz günde her Bangladeşliye bir tek muz bir avuç pirinç yedirmeyi vaad ediyoruz. Eğer bunu başarabilirsek amacımıza ulaşmış sayacağız kendimizi.''

Nasıl müthiş bir duygu, nasıl müthiş bir söz ve bütün bu açlık ve yokluk içinde yüreği Türk diye atan 100 milyon insan...

Milli şairlerinden CİNNAH, 100 sayfalık şiir kitabinin 80 sayfasında Mustafa Kemal, hatta Kemal o inceltmeli de değil; "Mustafa Kamal, Mustafa Kamal" diyor. Bu müthiş etkiledi bizi zaten Bangladeş'in bütün sokaklarında Mustafa Kemal Lisesi, Atatürk Caddesi var. UZAKDOGU'daki o seyahatlerden sonra şunu bir defa daha anladım, bir defa daha içimde, yüreğimde hissettim: Dünya'yı görmek çok güzel ama, insan denen varlığı tanımak önemli bence... Zenginlik, para, pul... Ben Amerika'ya belki yedi defa gittim. Amerika'nın zenginliği beni hiç ilgilendirmiyor. Gerçekten ilgilendirmiyor. Yani Amerika'nın 120 katlı Empoyer State'ti, özgürlük anıtı beni ilgilendirmiyor, çok. Ama beni, insan ilgilendiriyor, insan. Yani Kalküta'daki, Hindistan'daki açlıktan ölüp yatan insan ilgilendiriyor. Çekçek arabalarında ayağı çıplak at yerine koşulan insan kardeşim ilgilendiriyor..."

"O ülkelerde halk müziğimizi nasıl dinlettiniz?''

"Dışişleri Bakanlığı Kültür Dairesi'nin organizasyonu idi, Kenan Evren Paşa'nın Uzakdoğu gezisi. Ben tüm o ülkelerin dillerinde şarkılar öğrendim, bizim halk müziği örneklerimizin içinde sundum. Bayıldılar. Çin'de Devlet Daşkanı Ping: Başbakan Zao Ziyang ve Kenan Paşa biraradalar... Program sonunda, Kenan Paşa şöyle arkamı sıvazladı "Özaycığım afferim sana Çince'yi de halletmişsin, adamlar bayıldılar şarkına yahu..." dedi.

Ben Kenan Paşa'nın hayranıyım ve Emmim derim O'na. Kim ne derse desin, ben politikacı değilim, siyasetten de anlamam ama, söz gelişi 11 Eylül'ün bilmem 20‘sinde eğer gocaman Süleyman Ağabeyim'len, Ecevit ellerini tokuşturuverseydiler belki de 12 Eylül olmazdı. Buna yürekten inanıyorum.

'Türk Halk Müziğinin bugünü ve yarını hakkında ne düşünüyorsunuz?"

"Geleneksel halk müziğimiz son yıllarda, her ne kadar pop müziğinin etkisiyle popüleritesini kaybediyormuş gibi gözüküyorsa da -ki, bu sanat müziği içinde söz konusu- ben aynı görüşte değilim. Halkın gerçek müziğinin ve halkın değerlerinin mutlaka unutulmayacağı bir geçici dönem sonunda mutlaka özünü bulacağına ve herkesin bunu yüreğinde hissedeceğine inanıyorum. Bir de ayrıca, bugün Türkiye'de pop müziği etkinliği, büyük kentlerde Türk toplumunu etkileyici bir durum gösteriyor. Yani büyük kentlerdeki gençlik ve medya yön veriyor. Sanki bütün Türkiye'deki özel televizyonlar-radyolar, kurulmuşçasına pop müziği çalar hale geldi. O kardeşlerimin de gözlerinden öperek sanatsal çalışmalarını yadırgamıyorum, bunları da horlamıyorum. Ama, her hafta birlikte bir sanatçının çıkmasını, nerede çıkmasını, büyük kentlerde ve plak ve band piyasasının Türk toplumuna empoze etmesini anlamsız çıkış olarak görüyorum. Halbuki sanatçı olmanın gerçek değeri vardır, bir birikimi vardır. Yıllardır öylesine büyük sanatçılar vardır ki, bir band yapma imkânlarından veyahut şöyle kendilerini gösterme imkânlarından mahrumdur. Söz gelişi -hepsinin gözlerinden öperim- 18 yaşında bir delikanlı bir gün çıkıyor, bir tek parçasıyla ünlü oluyor, bu nasıl iştir yahu! Şunu hatırladım ben; gerçi o zaman komünist bir rejim vardı Sovyetler Birliği'nde. Ama, hiç unutmam 1978 yılında bir Rusya turnemiz olmuştu; Azerbaycan'da nefis bir ses dinledim. Ve dedim ki, “Men senin plakını almak istirem, nerede buluram” dedim. Dedi ki AzerbaycanlI şarkıcı; ‘Men kurula girmişem, kurul karar vermiştir, menim pilaga doldurmama. Menim pilagam 2 ay varanda çıkıyır.’  ‘Nasıl oluyor bu?’ dedim. ‘Azerbaycan'da her önüne gelen pilaga yapamaz, band yapamaz.’ Ki bu söylediğim şarkıcı Azerbaycan Konservatuarı mezunu bir büyük müzikçiydi.

Bu belki de çok tutucu düşünülebilir ama, canım bunun da bir kıstası olması gerek. Bu kadar kamuoyunu, bu kadar medyayı kullanarak böylesine kişiliksizce ve kalitesizce müzik yapmak ve sadece ve ritm; eller kalkmıyor mu? Şap şap yapan müzik (ellerini birbirine çarparak); sürekli bu. Bunu yapan insanlar, şap şap tempo tutanlar kesinlikle müzik dinlemiyor. Sadece elinin vurduğunu dinliyor demektir. İşte "Eller kalksın havaya" E, bu artık biraz fazla oluyor. Bizim Türk toplumu olarak, dinleyici olarak, seyirci olarak çok düzeyli bir şekilde bunları ayrıştırmamız gerektiğine inanıyorum. Gerçek ve güzellik, mutlaka ve mutlaka yerini bulacaktır, bu geçici bir dönemdir diyorum. Türk Müziği için de aynı şey sözkonusu...

Geçenlerde bir özel televizyon kanalında bir genç şarkıcı kardeşim ‘Ben anamın müziğini, babamın müziğini dinlemek zorunda değilim’ diyor. Tabii görüşlere saygı duymak gerek ama, kültürü oluşturan, özü oluşturan Türk toplumunun duygularını nasıl gözardı edebiliriz.

Evet can dostum Erhan, biz yarenliği gurduk epey de lâfladık yetivesin gâri okuyucu arkideşleri de fazla sıkmıyalım e mi?

Ben tüm okuyuculara sevgi ve saygılar sunuyom.

Ağızlarına guru gaşık. gulaklarına kötü söz değmesin.

Hep dik olsun başları, gözel Rapbım eğmesin.

Objektifi kıskananlar da donuzluk etmesin.

50. sayısında Objektife başarılar başarılar... Hey hey de hey hey..."

(Objektif - Ağustos 1995)

 

Scroll to Top