Özgür Akıl: “CUMHURİYET STRATEJİDİR”

Özgür Akıl: “CUMHURİYET STRATEJİDİR”

Özgür Akıl: “CUMHURİYET STRATEJİDİR”

Cumhuriyet: Devlet Aklının En Büyük Stratejik Zaferi

Tarih bazı milletlere ağır sınavlar verir. Bazen coğrafya kader olur, bazen kaderi tersine çevirecek bir irade doğar. Türk milleti, 1919’da böyle bir kader kavşağında duruyordu. Ülke işgal altında, ordu dağıtılmış, başkent teslim alınmış, millet yorgun ve yalnızdı. Fakat bütün bunlardan daha ağır olan şey, milletin umudunun kırılmak istenmesiydi. İşte tam o noktada tarih sahnesine bir irade çıktı. Adına Millî Mücadele dediler. Aslında bu bir milletin dirilişinin yeniden yazılmasıydı. Bir ayağa kalkış destanıydı. Fakat bundan da ötesi, büyük ve planlı bir devlet stratejisiydi. Çünkü Millî Mücadele bir savaştan ibaret değildi; bir milletin geleceğini korumak için devlet aklının yeniden inşasıydı.

Mustafa Kemal Atatürk hiçbir zaman yalnızca bir komutan değildi. O, Anadolu’ya sadece savaşmak için gelmedi; devlet kurmak için geldi. Samsun’a çıktığı gün attığı ilk adım bir askeri hareket değil, stratejik bir akıl yürütmenin başlangıcıydı. Erzurum ve Sivas Kongreleri yalnızca bölgesel toplantılar değildi; millet egemenliğine dayalı yeni bir devlet fikrinin altyapısıydı. Ardından Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Bu meclis zafer kazanılmadan önce kurulmuş ilk milli devletti. İşte bu çok önemlidir: Millî Mücadele, devletsiz zaferden değil, zaferli devlet sisteminden doğmuştur.

Savaş meydanlarında kazanılan başarıların ardında dijital zeka yoktu ama stratejik zeka vardı. Düşmana karşı kurşunla direnen ordu kadar, diplomasiyle devlet kuran akıl vardı. Bir yandan Sakarya’da hattı müdafaa edenler, diğer yandan Ankara’da Misak-ı Milli’nin hukukunu yazıyorlardı. Bir yandan İnönü’de köprüler patlıyor, diğer yandan yeni devletin hukuk temelleri atılıyordu. İşte bu yüzden Millî Mücadele basit bir askeri direniş değil; hedefi kuruluş olan bir stratejik bağımsızlık hareketiydi.

Bu strateji üç sac ayağına dayanıyordu: Siyasi meşruiyet, askeri denge ve diplomatik denetim. Siyasi meşruiyet TBMM ile sağlandı. Askeri denge düzenli ordunun kurulmasıyla kazanıldı. Diplomatik denetim ise büyük güçlerin birbirine karşı kullanıldığı akıllı denge politikasıyla sağlandı. Bu stratejinin en önemli özelliği ise milletin tamamını içine alması, yani yalnızca bir ordu değil, bir millet seferberliği olmasıydı. O yüzden bu stratejinin adı Kuvayı Milliye idi. Çünkü güç orduda değil, milletin kalbindeydi. Milletin kalbi vatan olmuştu.

Sonra Lozan geldi. Lozan bir masa zaferidir ama sıradan bir müzakere değildir. Çünkü Lozan’da yalnız toprak konuşulmadı; devletin egemenlik hakları konuşuldu. Rauf Orbay’ın, Kazım Karabekir’in, İsmet İnönü’nün hatıralarından biliyoruz ki Lozan basit bir antlaşma değildir. Türk milletinin Sevr zincirini kırdığı yer Lozan’dır. O yüzden Lozan yalnızca bir barış belgesi değildir; bir milletin hür yaşama kararlılığının uluslararası ilanıdır. Devletlerin büyüklüğü coğrafyalarıyla değil, kararlarıyla ölçülür. Lozan, Türk milletinin bağımsız yaşama kararının belgesidir.

Ve sonra Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyet bir tercih değildi, stratejik bir zorunluluktu. Çünkü bir millet, egemenliğini kaybettiğinde önce vatanını, sonra kimliğini kaybeder. Mustafa Kemal Atatürk, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözüyle yalnızca bir cümle kurmadı; bin yıllık devlet tecrübesini çağın ruhuyla birleştirdi. Cumhuriyet işte bu yüzden sıradan bir rejim değildir. Cumhuriyet devlet olma onurunun milletle paylaşılmasıdır. O yüzden Cumhuriyet bir siyasi tercih değil, bir milli güvenlik meselesidir.

Bugün dünya yeniden şekilleniyor. Yeni güç mücadeleleri, enerji savaşları, siber tehditler, yapay savaşlar ve vekalet çatışmaları çağındayız. Dün Anadolu’yu işgal etmek isteyen güçler bugün Türkiye’nin geleceğini kontrol etmek istiyor. Millî Mücadele bitti diyenler yanılıyor. Millî Mücadele bitmedi; sadece şekil değiştirdi. Artık sınırlar haritalarda değil, bilgi, ekonomi, teknoloji ve savunma sahalarında çiziliyor. İşte bu yüzden Cumhuriyet hâlâ en büyük stratejik gücümüzdür. Çünkü bu millet Cumhuriyeti sadece ilan etmedi, anlamlandırdı. Cumhuriyet, “Ben varım” diyen bir milletin bağımsızlık yemini oldu.

Bir ülkenin mermisi bitebilir, ama umudu biterse her şeyi biter. Türk milletinin umudu hiç bitmedi. Çünkü bu millet devletsiz kalmadı, devletine yol gösterdi. Türkiye Cumhuriyeti işte bu nedenle sıradan bir devlet değildir. Yıkılmaz sanılan imparatorluklar çökerken küllerinden doğan bir medeniyetin devletidir. Bu yüzden ne içeriden yıkılabilir, ne dışarıdan teslim alınabilir. Çünkü bu devletin adı yalnızca Türkiye değildir; bu devletin adı millet iradesinin namusudur.

Cumhuriyet Bayramı böyle bir mirasın günüdür. Bu bir tatil günü değil; milletin devletine verdiği sadakat sözünün tazelendiği gündür. O yüzden Cumhuriyet törenle değil, şuurla kutlanır. Cumhuriyet marşla değil, imanla yaşar. Ve Cumhuriyet sadece 29 Ekim’de değil; her gün bu topraklarda yaşayan her insanın alın terinde, emeğinde ve vicdanındadır. Şimdi bize düşen, bu emaneti taşımaktır. Çünkü devletler sloganla değil, stratejiyle yaşar. Milletler hamasetle değil, birlik ruhuyla yükselir. Tarih sadece zaferleri değil, onları koruyabilenleri yazar. İşte asıl mesele budur: Cumhuriyeti kurduk, şimdi sonsuza dek yaşatmak zorundayız.

Özgür Akıl/Sosyolog

28.10.2025

Scroll to Top