Orhan Bali: “NESEP YÖNÜNDEN KEFAETİN ŞART OLMADIĞINI KABUL EDENLER”
Diğer Haber Kategorileri
Orhan Bali: “NESEP YÖNÜNDEN KEFAETİN ŞART OLMADIĞINI KABUL EDENLER”
Kefaetin şart olmadığını ileri süren İslam alimleri de vardır. Maliki mezhebi ve başka bazı imamlar kefaetin şart olmadığını, Müslümanların kardeş olduğunu ayette bir kimsenin diğer bir kimse üzerinde takvadan başka bir üstünlüğünün bulunmadığını, peygamberimizin „insanlar tarak dişleri gibi eşittirler‟ hadisine de dayanarak ırk ayırımının İslama uygun olmadığını kabul ederler.
Ömer Nasuhi Hoca “İslam dininde bütün insanlar hilkaten (yaradılışta) müsavi görülerek aynı hukuka nail bulunmaktadırlar. Müslümanlıkta mütemayiz (üstün) içtimai sınıflar mevcut değildir” der. Vehbe Züheyli Hoca ise “Denkliği savunanların dayandığı hadisler zayıftır. Kureyşi diğer Araplara üstün saymak, sonra Arapları Arap olmayanlara üstün saymak doğru değildir ve hiçbir şey de buna delalet etmemektedir. Tam bunun aksine sünnet bulunmaktadır” diyerek karşı çıkar.
İmamların görüşleri hukuki mevzuat olduğundan uygulama onların içtihadı doğrultusunda olmaktadır.
NESEP YÖNÜNDEN DENKLİĞİN HUKUKİ NETİCESİ
Nesep yönünden dengi olmayan bir kadının nikâh akdinin feshini babası, yoksa babadan sonra gelen ailenin büyüğü yani veli dava edebilir ve mahkeme kararı ile nikâh feshedilir. Karar boşanma kararı değil evliliğin olmamış veya yok sayılması durumudur. Bu davada kadınların hiçbir suretle rızası aranmamakta, davada taraf bile olmamaktadırlar. Fesih davası açma hakkı çocuk doğuncaya kadar devam eder. Uzun seneler geçse bile çocuk olmadıkça dava hakkı devam eder.
Daha evvel hukuk kaidelerinin müeyyidesinden bahsetmiştik. İşte buradaki müeyyide, birbirini seven iki insanın ayrılmasını mahkeme kararı ile sağlamaktır. Böyle evlilikler daha ziyade velinin rızası dışı veya haberi olmadan olur. Birbirini sevmeyen insan kaideten bu suretle bir evlilik yapmaz.
Aslında mesele bir örf meselesidir. Aynı millette olanların birbiri ile evlenmesi anlayış, uyum ve geçim yönünden daha faydalı olabilir. Peygamberimiz de bu hadisleri bir tavsiye olarak söylemiş olabilir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, amacı aşan yorumlar, bu hadislere dayanarak ırkçılığı meşrulaştıran hukuk kaideleri olmuşlardır.
Yukarıda bahsi geçen hadislerin aksine hadis de vardır. Bir gün bir kız peygamberimize gelir ve “babamın benim evlenmem ile ilgili bir yetkisi var mı? Onun istediği ile evlenmeye mecbur muyum?” Diye sorar. Peygamberimiz “Hayır, sen istediğin ile evlenebilirsin” der. Peygamberimiz kıza “neden sordun?” deyince kız; “Babam beni amcamın oğluna vermek istiyor. Ben de istiyorum, ama bu husustaki hakkımı öğrenmek istedim” der. Zaten böyle evlenen çiftler reşit olmuş insanlardır.
Böyle amacı aşan ve çelişen yorumlar yapanlar peygamberimizin aynı konuda değişik hadisler söylemiş gibi anlaşılacağını maalesef idrak etmiyorlar.
Ayrı millette olanların evlenmesi ve insanların kaynaşması, birbirini tanıyıp anlaşması yönünden çok daha faydalı olabilir. Kendini üstün görüp diğer milletlere kız vermeyen ve diğerini hor görene karşı hiç kimse sevgi ve saygı duymaz. Ancak Arapların bu konuyu devam ettirdiğini görüyoruz. Başka milletlere kız vermeme konusunda hala ısrarlı oldukları gibi mahkeme kanalıyla nikâh feshettirmeleri devam etmektedir.
Libya‟da çalışan bir Türk işçisinin evlendiği Arap kızının babası “nikâh akdini fesih davası” açarak işçinin karısını elinden almıştır. Gerekçesi de kızın Arap, oğlanın Türk olması; yani denk olmamasıdır. Keza yakın zamanda Suudi Arabistan’da iki yıllık evli bir çiftin evine polis gelmiş ve kadının kocasını evden çıkarır. Sebep, kadının babasının evli çiftten habersiz dava açması ve mahkemeden nikâh akdini fesih kararı çıkarmasıdır. Gerekçesi ise kadının kabilesinin kocanın kabilesinden üstün ve asil olması. Okuduğum gazetede çiftlerin kralı devreye sokmaya çalıştıkları yazıyordu. Irkçılık en adi ve Allahın yarattığını horlayan bir anlayıştır
Irkçılık yapan bir beyaza bir zenci şöyle haykırmış: “Ben siyah doğdum, siyah büyüdüm. Hastayken de siyahtım ölürken de. Sen pembe doğar, beyaz büyürsün, hasta düştüğünde sararır, güneşe çıktığında pancarlaşır, öldüğünde de morarırsın. Bir de gelmiş bana renkli diyorsun”.
Büyük şair Mehmet Akif Ersoy da ırkçılıktan çok dertlidir. Bir şiirinde de; “Arnavutluk ne demek, var mıdır şeriatta yeri?
Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri Arabın Türke Lazın Çerkeze yahut Kürde Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış, nerde? Müslümanlıkta anasır 9 mı olurmuş?
Ne gezer, fikri kavmiyeti telin ediyor peygamber En büyük düşmanıdır ruhu nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslama sokan kaltabanın” demiştir.
Irkçılığı saltanat sahipleri de körükler. Çünkü hâkimiyetlerini elinden aldıkları halktan üstün ve özel insanlar olduklarını, kendilerini Allah’ın bu göreve getirdiğini ulema vasıtasıyla halka inandırmaları gerekiyordu. Gazali’nin; “Bazı kimseler okudu ilim sahibi oldu ve ilimlerini çeşitli menfaatler karşılığı sultanların emrine verdi” dediği âlimler de bu görevi hakkıyla yerine getirdiler.
(Devamı: ŞÛRÂ HEYETİNİN KALDIRILMASI VE YENİ HUKUK SİSTEMİ)