Orhan Bali: “H.Z. EBUBEKİR’İN HALİFE OLARAK İLK HİTABI”

Orhan Bali: “H.Z. EBUBEKİR’İN HALİFE OLARAK İLK HİTABI”

Orhan Bali: “H.Z. EBUBEKİR’İN HALİFE OLARAK İLK HİTABI”

Hz. Ebubekir halife seçilince ilk hitabı; “Ey insanlar! Size halife oldum, ama bu sizden daha hayırlı olduğumu göstermez. İdaremde isabetli olduğum sürece bana yardım edin. Doğruluktan ayrılırsam beni düzeltin. Doğruluk emanet, yalancılık ihanettir. İçinizde zayıf olan hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. İçinizde kuvvetli olan ise başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır. Allah ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Bu itaatten ayrılırsam artık sizin üzerinizde itaat isteme görevim kalmaz.”

Bu hutbeye göre Müslümanların yöneten ile yönetilen arasındaki sözleşmesi, Jean Jacques Rousseau‟nun bahsettiği toplumsal sözleşmeden önce Müslümanlar tarafından uygulanmaya başlamıştı. Hz. Ebu Bekir: “Beni halife seçmekle aramızda bir sözleşme yaptık. Sözleşmenin ana metni Kuran ve hadistir (o zamanki mevzuat). Mevzuata uyduğum sürece bana itaat edecek ve uyup uymadığımı kontrol edeceksiniz. Uymadığımda itaat mükellefiyetiniz yoktur!”.

HZ. ÖMER’İN HİTABI

Hz. Ömer halife seçilince, ilk konuşmasında; “ey Müslümanlar! Doğru yolda olduğuma inandığınız sürece beni destekleyin, doğruluktan saptığım zaman beni ikaz edin!” Dediğinde bir genç, “yanlışınızı kılıçla düzeltiriz” diyerek insanların haklarını arayacaklarını ve yöneticilerini murakabe edeceklerinin bilincinde olduğunu göstermiştir.

Hz. Ömer bir gün mescitte evliliklerde mehir paralarının aşırı yükseldiğini ve sınırlamak istediğini söyleyince, mescitteki bir kadın itiraz etmiş ve „Onlardan (kadınlardan) birine pek çok mal vermiş olsanız dahi ondan bir şeyi geri almayın‟ mealindeki ayeti hatırlatmıştır. Hatta “Sen kim oluyorsun da Allahın ayetine aykırı karar vermeye kalkıyorsun!” Diye azarlamış ve çok sert tabiatlı Ömer “Bu kadın haklı, Ömer ise yanıldı” demiştir. Hz. Ömer “Ben memuru halkın mallarını gasp etmemesi veya onlara zulmetmemesi için gönderiyorum. Zulmeden bir mülki amir benim memurum değildir” der. Valileri gönderirken “Sizi halkı dövüp sövmeniz için göndermiyorum. Aralarında hak üzere hüküm verin, adaleti yerleştirin diye gönderiyorum. Halkı dövüp söverek işkence ederek miskinleştirmeyin!” Diye talimat verirdi.

Hz Ömer, bir hutbesinde “Ey insanlar! Sizi yönetmek üzere tayin ettiğim bir memurdan eza cefa görürseniz hemen bana bildirin. Allaha yemin ederim ki öyle bir yöneticiden kesinlikle hakkınızı alır ve kısas uygularım”. Bir konuşmasını dinleyen vali Amr Bin As Hz. Ömer‟e hitaben “Valilerden biri bir vatandaşı incitirse gerçekten kısas uygular mısın?” Dediğinde Hz. Ömer “Elbette, nasıl uygulamam. Resulullah sağlığında her hac mevsimi valilerini toplayıp hesaba çekmez miydi? Vallahi ben de öyle yaparım. Teker teker hepsinden hesap sorarım” der. Valileri teftişe özel müfettişler istihdam ederdi.

Bahsedilen hususların tamamı demokrasiyi işaret etmektedir.

İSLAM HUKUKUNA GÖRE HALİFELİK

İslam hukukuna göre, halifelik diye bir şey yoktur. Halife denilen zat aslında cumhurbaşkanıdır. Cumhur halk, topluluk demektir. Halife, halef, yani kendinden önceki makam sahibinin yerine geçen kimsedir. Peygamberimizin yerine geçen zatın peygamberlik vasfı olmadığı için zaten halefi olamaz. Ancak peygamberimiz kurduğu devletin başkanı idi. Kendinden sonra devletin başına geçen zat halefi yani devlet başkanı sıfatı sebebiyle halefidir.

İslam hukukuna göre devlet başkanlığı dini değil siyasi bir organdır ve bu sıfatla halkı yönetir.

PEYGAMBERİMİZİN KURDUĞU REJİM

Mevcut yönetim biçimimiz cumhuriyette olan organlar peygamberimizin kurduğu cumhuriyette de vardır. Bunlar Yasama, Yürütme ve Yargı organlarıdır.

Yasama organı: O zamanki şura heyeti başlangıçta yasama organı idi. Saltanat, şura heyetini ortadan kaldırmasaydı gelişerek bugünkü Büyük Millet Meclisi konumuna gelebilirdi. Buna hiçbir mani yoktu. Halk, temsilcilerini serbest iradeleri ile seçer, gelişen dünya şartlarına göre bilhassa Kuran‟ın ruhuna yani amacına göre mevzuat yapabilirdi. Zira Kur‟an insanlara bir öğüt olarak gelmiştir. Yani dünya işlerinde değişen ve gelişen şartlara göre yorumlanabilirdi. Zaten Müslümanların aldığı en büyük darbe, peygamberimizin kurduğu cumhuriyetin yıkılıp saltanata geçilmesi ve tek şahıs hâkimiyeti sebebiyle şûrâ heyetinin dağılması, İslam hukukunun kurumlaşamaması, çeşitli şahısların görüşlerinin mevzuat olarak kabul edilmesidir.

İcra organı (Yürütme): Hâkimiyet halkta olmak kaydıyla, devlet başkanı halk tarafından veya halkın seçtikleri şûrâ heyeti tarafından seçilir. Mevzuata uygun çalışır. ġura heyeti tarafından da murakabe edilir.

Kaza organı (Yargı): Adli teşkilat Hz. Ömer tarafından kurulmuştur. Daha önce valiler adli işlere de bakarlardı. Hz. Ömer bir hâkime yazdığı mektupta “İnsanlara karşı şahsi münasebetlerinde ve adaletinde eşit muamele yap ki, kuvvetli senin nüfuzundan korksun; zayıf da adaletine sığınsın. Delil göstermek davacıya aittir. İnkâr edene yemin etmek düşer. Bir davada hüküm verdikten sonra bu hükmün yanlışlığına kanaat getirdiğinde, doğruya dönmekte tereddüt etme. Kur‟an ve sünnette açık bir hüküm bulamadığın hallerde, hüküm vermekte zorluk çekersen, önce buna benzer davalar ve örnekler ara. Ve hali hazırdaki dava ile aralarındaki ortak yönleri tespit et. Ondan sonra Kur‟an ve Hakk‟a en yakın olduğunu umduğun fikre itimat et!” demiştir.

Görüldüğü üzere hâkimlerin bağımsız ve tarafsız olması esas alınmaktadır. Hz. Ali halife iken bir şahıs kendinden davacı olmuştur. Duruşmaya girdiğinde hâkim Hz. Ali‟nin önünde kalkmış, saygı göstermiştir. O anda Hz. Ali “Sen tarafsızlığını ihlal ettin” diyerek hâkimi azletmiştir. Görüldüğü üzere mevcut cumhuriyetimizde olan kuvvetler ayrılığı esası peygamberimizin kurduğu cumhuriyette de vardır. Cumhuriyetin monarşi ve oligarşiden en büyük farkı bir hükmi şahıs olmasıdır.

Hükmi şahsın kanuni tarifi şöyledir; iki ve daha fazla kişinin ticari olmayan bir gaye için iradelerini birleştirmeleridir. İnsanın yeme içme gibi doğal hali hariç kanunların tayin ettiği hak ve yetkilere sahiptir. Davacı veya davalı mülkiyet sahibi olabilir.

Hükmi şahısların organları vardır. Kayıtlı üyeler genel kurulu teşkil eder. Genel kurul yönetim ve denetim kurulunu seçer. Cumhuriyet rejiminin tüm vatandaşları genel kurul üyesidir ve yöneticilerini serbest iradeleri ile seçerler.

Hükmi şahıs insan olmadığından dolayısıyla dini olmaz. Din insanlara mahsustur. Peygamberimize sahabelerin “Sen ahrete intikal etmeden bize yönetimle ilgili yol göster!” diyenlere “O dünya işidir, siz halledeceksiniz!” demiştir. Kuran ayetleri bu hususta vatandaşlara yol göstermiş ve Peygamberimize dahi kendinden sonra gelenleri belirleme yetki vermemiştir. Veda Hutbesi’nde “Üzerinize başı kara üzüm gibi kara olan bir Habeşli bile seçilse dinleyin ve kendisine uyun!” diyerek seçim yolunu göstermiştir. Ayrıca “bu husus dünya işidir” diyerek dünyadaki gelişmeleri işaret etmiştir.

Dünyada insanların yaşantısını etkileyen din, ahlak, örf, gelenek ve hukuk kaideleri vardır. Hukuk kaideleri diğer kaidelerden ayrılır. Diğer kaideleri ihlal ettiğinizde ayıplanır, dışlanır veya tenkit edilirsiniz; ancak hukuk kaidelerini ihlal ettiğinizde bir yaptırım ile karşılaşırsınız. Bu kaideler dünya için geçerlidir. Zamanın değişmesi ve gelişmesi ile kaideler de gelişir ve değişir. Onun için Kuran devamlı olarak „bu kitap size bir öğüt veya bu ayet size bir öğüttür‟ demektedir, lafzı ve ruhu ile uygulanır. Lafzı yanı sözleri; ruhu ise amacı, gayesi ve hedefidir.

Dünya için geçerli olan bu kaidelerin evrensel yani sonsuza kadar geçerli olanı olduğu gibi, her çağa uygun yorumlanabilecek olanları da vardır ve Kuran buna mani değildir. Evrensel olan kaideler hayatı tanzim ettiği sürece uygulanmalıdır. Mesela İslam hukukçularının hala geçerli olan içtihatları günümüze uyuyorsa şeriat hukuku deyip horlamamak lazımdır. Mahkemelerde ve meclisteki yeminleri Kuran’a el basarak yapmanın laikliğin ihlali ile alakası yoktur.

Yemin inanç üzerine olur. A.B.D. başkanı veya mahkemeleri yemini İncil’e el basarak yaptırıyor. Laiklik elden mi gidiyor? Bizdeki yemin sadece sözünü teyit etmektir. Tüm kaideler bu dünya için geçerli olduğuna ve öbür dünyada bu kaidelerin hiçbir yeri olmadığına göre, bu dünyada adaleti sağlayan kaideler nereden gelirse gelsin uygulanmalıdır. Dolayısıyla dini hukuk, laik hukuk ayrımı diye bir şey de olmamalıdır. Dini de olsa laik de olsa hukuk kaideleri bu dünya için geçerlidir. Yeter ki uygulanan kaideler adaleti sağlasın ve mağdurun hakkını korusun.

Müslüman olarak insan hayatında iki dünya olduğuna, ölünce öbür dünyada mahkeme olacağımıza inanıyoruz. Öbür dünyadaki mahkemede, bu dünyadaki hayatımızda yaptıklarımızla veya yapmadıklarımızla yargılanacağız. Öbür dünyadaki yargılanmamız bitince cennete veya cehenneme gideceğiz. Cennette huriler, gılmanlar; cehennemde de zebaniler bize hizmet edecekler.

Daha önce “bu dünyada insanlar arasında iş bölümü var, insanlar birbirlerine hizmet ediyor” demiştik. Zaten ihtilaflar da en çok bu yüzden çıkıyor. Öbür dünyadaki yaşantıda mahkeme, ihtilaf, sürtüşme, iktidar, hâkimiyet mücadelesi yoktur. Öbür dünyadan daha mühim olan bu dünyadaki geçici hayat için bu dünyada insanların birbirine etmediği kalmıyor. Onun için Allah öbür dünyada insanlardan iki duyguyu yok ediyor; birincisi egoistlik yani nefsini, menfaatini ön plana alma duygusu, ikincisi ise, usanma duygusu. Bu iki duygunun olmaması halinde insanlar öbür dünyada da çekişirdi. Allah kitabında insanlar için boşuna “Sizi dünyalara bedel ve halifem olarak yarattım, ama siz aşağıların aşağısı oldunuz” dememiştir.

KUR’AN’DAN ÖĞÜTLER VE EMİRLER

Kur’an Müslümanların güçlü, adil ve çağına uygun gelişmesini emreder. Onun için ilim ve fen ile ilgili çalışmaları farzı kifaye olarak emretmiştir. Bu hususta çalışmama ve çalışana destek olmama büyük günah olarak kabul edilir. Allah boşuna “Yeryüzündeki ve gökyüzündeki nimetleri sizin için yarattım” dememiştir. Aklını çalıştıran yeryüzündeki ve gökyüzündeki nimetleri bulur ve istifade eder. Hıristiyanlar bunu yaptı ve dünyaya hâkim ve vasi oldular.

Ayrıca Kur’an, sosyal adaletin sağlanmasını, insanların sefaletinin önlenmesini çeşitli ayetleri ile emreder. İslama göre gayrimüslimler, Müslümanlara zimmetli ve emanettirler. Onun için gayrimüslimlere zımni denir. Her türlü hakları teminat altındadır.

Yarın: “CUMHURİYET REJİMİMİZDE HÜRRİYETLER”

Scroll to Top