Orhan Bali: “İSLAM VE İÇTİMAİ MUKAVELE NAZARİYESİ”

Orhan Bali: “İSLAM VE İÇTİMAİ MUKAVELE NAZARİYESİ”

Orhan Bali: “İSLAM VE İÇTİMAİ MUKAVELE NAZARİYESİ”

Jean Jacques Rousseau’nun nazariyesine en uygun misal İslam öncesi ve sonrası Arabistan yarımadasında yaşanmıştır. Şöyle ki; İslam öncesi tüm Arabistan’ı kapsayan bir devlet yoktu; kabile halinde yaşar, devamlı birbirleriyle savaşırlardı. Erkekler istediği kadar kadınla evlenir, kadınları insandan saymaz, hiçbir haklarını tanımaz ve hatta kız çocuklarını öldürürlerdi. Namus anlayışı hemen hemen sıfır olup, iki kardeş bir kadınla yaşayabilirdi. Bazı kadınlar evine bayrak asarak çeşitli kişilerle ilişkiye girer, çocuk olunca din adamını ve ilişkiye girdiği erkekleri çağırıp çocuğun babasını tespit ettirir ve onunla evlenirdi. Zayıf birisi güçlü çocuk sahibi olmak için güçlü bir erkekle eşini birleştirirdi.

Jean Jacques Rousseau’nun değindiği tabiat hali yaşantısına denk olan o dönem Arabistan’daki yaşantıya “Cahiliye Dönemi‟ denilmektedir. İkisi de hemen hemen birbirine uygundur. Böyle bir dönemde peygamberimiz zuhur eder ve bu toplumdan tüm Arabistan‟ı ve daha ötesini kapsayan ve -anayasası Kuran olan -bir devlet kurar. Anayasa; yönetenle yönetilen arasında karşılıklı münasebetleri tanzim eden, yönetilenin yönetene karşı sahip olduğu haklarını belirten ve bu hakları teminat altına alıp koruyan; bu görevi hakkıyla yerine getiren, yönetimin de yönetilenden saygı ve itaat etmesini belirten kaideler topluluğudur. Jean Jacques Rousseau‟nun da dediği “toplumsal sözleşme” budur. İslam Hukukunda beyat4 yani sözleşme (akit) olarak geçer demiştik.

KURÂNA GÖRE YÖNETİM BİÇİMİ

Kuran‟da kamu hukuku yani devlet yönetimi ile ilgili ayetlere baktığımızda demokratik cumhuriyet rejiminin unsurlarını görürüz. Kuran insanlara “Siz koyun sürüsü değilsiniz” der. Bu “başınızdaki çoban değil” demektir. Şûrâ ayeti’nde vardır; “Onlar işlerini danışarak hallederler” der. Peygamberimiz ve dört halife dönemindeki şura heyeti dünya işlerinde danışma değil karar meclisi idi. Peygamberimiz heyetin kararlarına muhalif olduğu hallerde bile uyardı. Örneğin: Uhud Savaşı’na gidip gitmeme yönündeki oylamada karşı oy vermesine rağmen, ekseriyet gitme kararı verdi ve kendisi de bu karara uydu. Şura heyeti bir nevi bugünkü meclis görevi görür ve yerine göre halifeyi seçerdi. İçtihatlarına İçmai Ümmet denir. Keza yönetimle ilgili Nisa suresinin 58. Ayeti “Allah size emanetleri ehil olana vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” diyerek bu hususta takip edilecek yolu göstermiştir. Bu ayette üç unsur görüyoruz: emanet, ehliyet ve verme. Burada bahsedilen emanet, devlet yönetimiyle ilgili olup yönetene verilecek olan görevdir. İkinci unsur ehliyet; göreve gelecek kişinin o göreve her bakımdan yetenekli vasıfları olmasıdır. Üçüncü unsur vermek: en mühim unsur “veriniz”. Emaneti ehliyetli olana kim verecek? Tabi ki halk verecek. Yani halk ehil olanlardan birini yönetici seçerek hâkimiyetini gösterecektir. Aynı surenin 59. Ayeti “Sizden olan emir sahiplerine itaat edin!” Diyerek bir önceki ayete uygun olarak göreve gelen yöneticiye uyulmasını istemektedir. Buradaki “sizden” kelimesi göreve gelmenin hiçbir zümrenin tekelinde olmadığını; renk, dil, milliyet ve ırk farkının nazara alınmayacağını göstermektedir. Ayrıca peygamberimiz Veda Hutbesi‟nde “Üzerinize, başı kara üzüm gibi kara olan bir Habeşli bile seçilse dinleyin ve kendisine uyun!” diye buyurmuştur. Peygamberimize “Sen ahrete intikal etmeden yönetimle ilgili bize yol göster!” dediklerinde “O dünya işidir, siz halledeceksiniz!” demiştir. Yani yönetim işi, dünya işi olup halk tarafından halledilecektir.

YÖNETİMLE İLGİLİ AYETLERİN GELİŞ OLAYI

Ayetlerin geliş olayı dikkat çekicidir. Mekke Müslümanlarca fethedilmiş, peygamberimiz duruma tam hâkim olmuştur. Kâbe’nin anahtarı Osman Bin Talal adlı bir müşrikin elindedir. Peygamberimiz ondan Kâbe’yi açmasını, içerisinde iki rekat namaz kılacağını söyler. Osman Bin Talal, Müslüman olmadığı ve inanmadığı için anahtarı vermez. Kâbe’nin anahtarı büyük bir semboldür ve hala da öyledir. Anahtarı taşıyan kimse en saygıdeğer konumdadır. Osman Bin Talal anahtarı vermeyince Hz. Ali anahtarı elinden zorla alır ve Kâbe’de peygamberimiz namazını eda eder. Osman Bin Talal’dan zorla alınan anahtarı peygamberimizin amcası Abbas ister. İşte bu sırada yukarıda bahsedilen Nisa suresinin 58. Ve 59. Ayetleri nazil olur. Zira Osman Bin Talal, Kâbe ile ilgili görevlerinde başarılı ve ehildir. Bunun üzerine peygamberimiz anahtarı, müşrik olduğu halde, Osman Bin Talal’a iade eder. 58. Ayet “emanetleri ehil olana veriniz” dediğinden Osman Bin Talal da Kabe ile ilgili görevlerinde ehil ve başarılı olduğundan anahtar kendisine iade edilir. Yani İslam’da bir göreve ehil olan kişi Müslüman olmasa dahi görevlendirilebilmektedir. Nitekim peygamberimize Medine’ye hicrette rehber olan kişi bir müşriktir. Ayrıca, Peygamberimiz Medine’de yaşarken Mekke’de bazı müşrikleri bilgi almak için kullanmıştır.

Allah insanlara irade vermiş, kendini yönetmesini istemiştir. Münferit iradelerin birleşerek toplumsal irade haline gelmesini, hâkimiyet toplumsal iradede olmak üzere, yöneticisini seçmeyi ve seçtiği yöneticiyi de murakabe etmeyi emretmiştir. “Emaneti ehil olanlara verin” emrinin başka bir manası yoktur. Peygamberimiz “Emaneti ehline vermeyenler kıyameti beklesin” der.

Dolayısıyla yönetirken de, yöneticilerini seçerken de insanlar Allah’a karşı sorumludur. Bu sebeple vasiye boyun eğmek veya meşru kabul etmek büyük günahtır.

Yarın: “HZ. EBUBEKİR’İN HALİFE OLARAK İLK HİTABI”

Scroll to Top